Yaşam

1. Feminist Kongre’nin Yıldönümü: ‘Kadın düşmanlığı yağmaya başladı’

Türk Feminist hareketinin dönüm noktası sayılan 1. Feminist Kongresi’nin üzerinden tam 35 yıl geçti. 11-12 Şubat 1989 tarihli Feminist Hafta Sonu, 80 kadının katılımıyla Ankara’da düzenlendi ve bu toplantıya Ankaralı kadınların yanı sıra çok sayıda dernek katıldı.

Toplantıda organizasyon, kampanyalar, eylem önerileri, iletişim ağlarının nasıl kurulması gerektiğine dair pek çok konu tartışıldı.

Feminist aktivist Berrin Sönmez ile o günlerden bu yana kadın hakları açısından örgütlü çaba pratiğinin geldiği noktayı ve 1. Feminist Kongre’nin kadın haklarını daha üst seviyelere taşımadaki önemini konuştuk.

Feminist Aktivist Berrin Sönmez

‘TÜRKİYE’NİN KADIN HAREKETİ ADINI ALAN 1. FEMİNİST KONGRESİ’

11-12 Şubat 1. Feminist Kongresi, Türkiye’deki feminist kadın hareketi açısından bir dönüm noktası sayılıyor. Kongrenin kadın hareketi açısından değeri nedir?

1970’lerde Türkiye’de yükselen ikinci dalga feminizmin bazı belirgin özellikleri vardı. Derneklerin ideolojik olarak homojen yapılar olarak kurulmuş olması da bunlardan biridir. Başka bir şey de nispeten elit binalar olmalarıdır. Bunlar elbette olumsuz özellikler değil. Kadın haklarını savunmak şüphesiz kadın bilincinin kazanılmasını gerektirir. Siyasi örgütlerde yer alan kadınların toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin kadınlara zarar verdiğini görebilmeleri ancak örgütlü çalışma pratiğinde eşitlik eksikliğini yaşadıklarında mümkün olmuştur. Öncelikle seçkin kadınlar arasında farkındalığın ve çabanın artması çok normal. Çünkü sorunları ve ihtiyaçları bilmek ve bunlarla mücadele edecek politikalar üretebilmek için belli bir düzeyde eğitim çok gerekli. Ekonomik açıdan kadınların bağımsız hareket edebilmesi üst sınıf kadınlar için de mümkün olabilirdi. O yıllarda kadın nüfusunun çok küçük bir kesiminin feminist bilince ulaştığını ve “yüzde 99’a yüzde 1” formülasyonunun geçerli olduğunu söyleyebilirim. Ancak bu dar grup çok hızlı bir şekilde genişliyor, sesini ve sözlerini kitlelere olmasa da yöneticilere aktarıyor ve üst sınıf kadınlar arasındaki nüfuzu yeniden artıyordu. Bu arada farklı gruplarda siyaset üretmenin zorluklarının yanı sıra farklı derneklerde politikayı yönetime dayatmanın zorluğu da fark edildi. 11-12 Şubat 1989 tarihli Feminist Hafta Sonu (1. Feminist Kongresi) sadece 80 kadının katılımıyla yapılmış olsa da kadın hareketinin adının verilmesini mümkün kılan temel ilkelerin belirlenmesi nedeniyle uzun vadeli bir etki yarattı. Hindi. Feminist örgütlenme yöntemleri, feminist örgütlerdeki hiyerarşik oluşumun aşılması için yatay ilişkiler gerektiren yapı taşlarıdır ve takipçi kadın örgütlerinin temelini oluşturur.

1. Feminist Kongresi – 11-12 Şubat 1989 Ankara

‘İLETİŞİM VE İŞBİRLİĞİ ALGISININ YARATILMASI KONGRENİN EN UZUN VADELİ SONUCU OLDU’

Bu kongrenin somut sonuçları nelerdi? Kongrede hangi somut projelerin hayata geçirilmesine karar verildi?

Feminist örgütler arasında temas ve işbirliği ağlarının oluşması, ilk feminist kongresinin belki de en uzun soluklu somut sonucuydu diyebiliriz. Çünkü bugün, yani 35 yıl sonra bile iletişim prosedürleri hâlâ geçerli. İşbirliği açısından kongre sonrası deneyimler en değerli feminist kazanımlar arasında yer alıyor. Kongre sonrasında düzenlenen Ankara, İzmir ve İstanbul kampanyaları feminizmin toplumsal görünürlüğünü mümkün kıldı. Özellikle ortak eylemler ve ortak politikalar geliştirildi. ‘Vücudumuz bizimdir’ sloganıyla gerçekleştirilen ortak hareketlerin en akılda kalıcı ve etkili olanı ‘Mor İğne’ kampanyasıdır. Taciz karşıtı hareketlerle birlikte kadınlar, teşvik edici kampanyaların ardından geniş bir kesimin taciz karşısında utanmasına ve sessiz kalmasına gerek olmadığı inancını benimsemeye başladı. Sonraki yıllarda feminist literatürün, akademik çalışmaların, üniversitelerde kurulan kadın ve eşitlik birimlerinin ve toplumsal cinsiyet çalışmalarının önü açıldı. Eşitlikçi mekanizmalar açısından CEDAW bu süreçte parlamento tarafından onaylandı. Konuyla ilgili özel bir kampanya yapılmamasına rağmen siyasete etkisi nedeniyle 1 yıllık nafaka süresi kaldırıldı. Böylece ayrımcılıkla mücadele ve ekonomik eşitsizliğin ortadan kaldırılmasına yönelik çalışmalar yapıldı. 1998 tarihli 4320 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Hakkında Kanun’un kabul edilmesi, bu ilk kongre sonrasında kazanılan ortak çaba deneyiminin sonucudur.

‘BİRÇOK SOL GRUP, PARTİ VE ÖRGÜT FEMİNİZMDEN HALA UZAK DURUMDA’

Türkiye’de feminist hareket yıllar içinde nasıl şekillendi? Sosyalist örgütlerden çıkan kadın hareketinin buraları da dönüştürdüğünü düşünüyor musunuz? Günümüzde feminizm ile sol hareketler arasındaki ilişkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz? Feminist hareketin yıllar geçtikçe belli alanlarda uzmanlaşmış kurumlara dönüştüğü yorumuna katılıyor musunuz?

İkinci dalga, feminist yazarlar tarafından daha çok ‘Beyaz Feminizm’ olarak anılmaya başlandı. Tabii bu 2000’li yıllardan sonra yaygınlaşan bir isimlendirme. Ancak yukarıda da söylediğim gibi başlangıçta elit yapılardı, bu tanımla örtüşüyor. Elit yapılardı ama elitist olduklarını söylemek yanlış olur. Kendini tüm kadınların hayatını güzelleştirmeye adayan seçkin hanımlardan bahsetmek gerekir. Ancak o dönemde feminizm resmi ideolojiden fazla uzaklaşamıyordu. Resmi ideolojiyle mücadele etmek yerine eşitlik sistemlerinin kurulması için siyaset ve kamu yönetimiyle iyi ilişkiler geliştirerek kadının güçlendirilmesi yöntemi bulundu. Ne yazık ki bu yöntem ilk bakışta iyi niyetli ve hatta gerekli gibi görünse de feminizmin gelenekle ilgilenen muhalif kimliğini resmi ideoloji karşısında görünmez hale getirmiştir. Sonuç olarak bazı feminist grupların toplumdaki kadınların resmi ideolojiyle barıştırılmasında kurtarıcı rol üstlendiği görüldü. Sosyalist feministler Türkiye’deki kadın hareketine örgütlenme, politika geliştirme, seferberlik ve kampanya anlamında büyük katkılarda bulundular. Tabii bu durum dünyanın her yerinde böyle. İlk feminist kongresinden aylar sonra sosyalistler 1. Kadın Kongresi’ni düzenlediler. Bu kongre aslında feminist kadınların sosyalist örgütler arasında bölünmesine yol açtı. Bu ayrılığın izleri günümüze kadar devam etmektedir. Pek çok sol grup, parti ve örgüt hâlâ feminizme açık. Sosyalist feministler kadın hareketinin yanında yer alsalar da sol-liberal ayrım kadın örgütleri arasında farklılık yaratmaya devam ediyor.

‘TİP’İN YÜKSELİŞİNİ SAĞLAYAN FAKTÖRLER ARASINDA ANTİ FEMİNİST POLİTİKALARIN TERK EDİLMESİ DE VARDI.’

Sol parti ve örgütlerin feminizme olan uzaklığı hâlâ feminist terimini kullanmayı reddedecek kadar derin. Birçoğu feminizm ambleminin (femina) kullanılmasını kabul etmiyor. Pek çok sol grup Femina’nın pankartının arkasında durmuyor ve eylemde güçlerini birleştirmiyor. Sol-sosyalist küme ve partilerden Türkiye Personel Partisi, feministlerle yakınlaşma ve feminist siyasete yöneldi. Bana göre anti-feminist siyasetin terk edilmesi TİP’in yükselişini sağlayan faktörler arasındaydı. Ancak sol ile feminizm arasındaki gerilimin bugün bile feminist örgütler arasındaki ilişkiyi, iletişimi ve iş birliğini olumsuz yönde etkileme potansiyeli taşıdığını söylemek gerekir.

Feminist örgütlerin kendi uzmanlık alanlarına yoğunlaşmaları sadece ülkemiz için değil, dünya çapındaki feminist hareket için de geçerli bir gözlemdir. Bunun, devletlerin ve BM, AB gibi devletler üstü yapıların, belirledikleri konular çerçevesinde feminist örgütlere destek vermeye başlamasıyla ilgili olduğunu düşünüyorum. Feminist siyaset üretme ve savunma yolları sıralanan konularla desteklenirken, kadın hareketinin bu listeler tarafından sınırlandırıldığı ve kontrol edildiğini düşünüyorum. Feminist teorilerin bu ulusötesi destek/engelleme ilgisini incelemeye başladığını ve eleştirel tartışmaların artması gerektiğini söylemek isterim. Ve feminist örgütler arasındaki rekabette tartışmalı bir alan olarak ulusal veya uluslar üstü kurumsal temellerin yeni bir çatışma konusu oluşturduğunu görüyorum. Ancak bu tartışmaların feministler arasında şeffaf ve verimli toplantılarda gerçekleşmemesi bugün durgun olmamızın nedenlerinden biri gibi görünüyor.

Dayağa Karşı Yürüyüş eylemi, 17 Mayıs 1987

‘Mistime ve anti-feminizm saldırıları arttı’

Bugün Türkiye’de kadın hareketleri nerede? Geçmişten günümüze kazanılan haklar açısından neredeyiz?

Ana akım ya da beyaz feminizmin kadın hareketindeki gücü 90’lı yıllardan itibaren sarsılmaya başladı. Batı’da siyah ve kahverengi feminizmler yükselerek ana akıma baskı yaparken, ülkemizde de Kürt kadın hareketinin feminist çabaları dile getirilirken, İslami Feminizm de çevreden merkeze doğru ilerlemeye başlıyordu. Elbette bu hamleler dirençle karşılandı. Bir dönem birbirini tam olarak zapt edemeyen ve hala gerilim içinde olan sol ve liberal feminizmler, mevcut politikalarını norm olarak dayatmaya yönelmiş, Kürt ve dindar kadınları feminizm adına etnik ve dini kimliklerinden soyunmaya zorlamıştır. “Takısız ve tokasız feminizm” tezi. 90’lı yıllarda ve 2000’li yılların başında yaşanan bu gerilimin izleri bugün geldiğimiz düzeyde dahi rahatlıkla takip edilebilmektedir. Bütün bu gerilimler yaşanırken feministler 90’lı yıllarda ve 2000’li yılların ilk on yılında eşitlik yolunda atılan adımları ortak çabalarla başardılar. Farklı feminist teorilerle ilerlemeleri ve kendi mücadele pratiklerinde farklı siyasi önceliklere sahip olmaları, pek çok feminist örgütün ortak çabaya katılmasına engel olmadı. Kadına yönelik ataerkil şiddetle mücadele, Medeni Kanun’da eşitlikçi düzenlemeler, Ceza Kanunu’nda kadın karşıtı kararların değiştirilmesi. Öncelikle kanun no. 4320, ardından da kanun no. 6284 sayılı şiddet yasası ve İstanbul Sözleşmesi’nin çekincesiz olarak hazırlanması, yazılması ve onaylanması, farklı politikaları ön planda tutan feminist örgütlerin bir araya gelmesiyle mümkün oldu.

Son 10 yıldır feministler yeni kazanımlar, eşitlik yönünde atılacak adımlar, toplumsal cinsiyet eşitliğinin yerleşik bir prosedür haline gelmesi için birçok öneride bulunmasına rağmen yeni politikalarımızın kabul edilmesi için çaba gösteremedik. Kadın düşmanı ve anti-feminist saldırılar arttı. Dünyada yükselen erkeklik krizi ülkemizde de etkili olmaya başladığı andan itibaren güç desteği kazandı. Bugün eşitliği güçlendirecek yeni politikalar üretmek ve savunmak yerine, mevcut kazanımları korumaya yönelik stratejiler oluşturmak ve taktikler geliştirmek zorundayız. Birinci Feminist Kongre’nin kazanımlarından biri olan, ortak çaba pratikleri için hazırlanan ve feminist çabaları uzun süre besleyen sorun odaklı dernekler, sıklıkla kullanılan ortak mücadele formülü haline geldi. Ancak 2016’dan sonra kadınların kazanımlarına yönelik saldırılar o kadar çeşitlendi ve sıklaştı ki, kadın düşmanlığı üzerimize yağmaya başladı. Bu durumda bahis tabanlı platformlarda işbirliği yapma yöntemi yetersiz kalıyordu. Her baskına ayrı bir organizasyon düzenleyecek ne zaman ne de güç vardı. Dolayısıyla 2020 yılından itibaren her saldırıya, her soruna karşı mücadele pratiğini geliştirmeye hazır, kadın hareketini tam anlamıyla kucaklayan, çok bileşenli kalıcı bir platforma ihtiyaç olduğu konusunda mutabakata varıldı. EŞİK doğdu. Toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik gerekli adımların atılmasına yönelik politikalar üretilirken aynı zamanda kazanımlarımıza yönelik her türlü saldırıya karşı etkili savunma yöntemlerinin geliştirilmesi için çaba sarf edilmektedir. Kapsayıcı, çoğulcu bir yapı olan EŞİK, hiyerarşiyi önlemek amacıyla yatay örgütlenme modeliyle de bir tür doğrudan demokrasiyi deneyimlemeye çalıştı. EŞİK Platform’un tecrübesiyle 1980’li yıllarda kurulan örgütlenme biçiminin yeni bir modelle kalıcı hale getirilmesi yönünde bir adım atıldığı söylenebilir. Ancak saldırılar çok şiddetli hale geldi ve artık Medeni Hukuku savunmamız gereken günleri yaşıyoruz. Türkiye’deki tüm feministlerin, tüm kesimleri kapsayan kadın hareketinin ve laik bir toplumda yaşamak isteyen herkesin bu mücadelede kadınların yanında aktif rol alması gerekiyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

-
Başa dön tuşu
istanbul escort
istanbul escort
istanbul escort